“I’am Not a Robot”
Herhangi bir zaman; bilgisayarın karşısına geçtiğinizde beyaz ekrana dik dik bakakaldığınızı ve beyninizin, önünüzde açtığınız Word dosyası kadar boş olduğunu hissettiniz mi? Elbette ki bunun birçok farklı sebebi olabilir. Peki bunun bizim yaratıcılığımızla ilgisi nedir? Yaratıcılık dediğimiz şey, çabucak elde edilebilen bir şey değildir. Hatta en ihtiyaç duyulan bazı zamanlarda onun çok uzaklarda olduğunu hissetmek oldukça can sıkıcı olabilir. Her gün aynı rutinleri uygulamak, farklı bir şey düşünememek, gündemin çarpıcı gerçekleri, ekonomik ve sosyal sıkıntılar… Tüm bunların ortasında yaratıcılıktan bahsetmek ne kadar mümkün? Ya da zaman geçtikçe kendimizi sürekli bazı görevleri yapmamız gereken, aceleyle ve aşırı programlanmış yaşamlarımızda birer robot gibi hissetmemiz ne kadar anormal?
Kendi yazılımımıza baktığımızda zamanla yapmış olduğumuz güncellemeler belki zamanla duyarsızlaşmamıza, olayların gerçeğini göremememize ve istemsiz de olsa bazı durumlara arkamızı dönmemize sebep olabilir. Tüm bunlar yaşanırken bir de üzerine yaşamak için sürdürmemiz gereken “görevler” eklenince, robotlaşmak kelimesi belki de bambaşka bir hal alıyor olabilir. Tüm bunlar yaşanırken doğru olan -örneğin- bir reklam ajansı çalışanının hiçbir iş yapmadan bilgisayar ekranına bakması ve fare imlecinin ilhamını tekrar yakalamasını beklemesi midir? Unutmamalıyız ki; öncelikle bizi en çok engelleyen şeyin ne olduğunu tanımlamak, yaşanan tıkanma sürecinin aşılmasında en büyük etkendir.
Bu uzun süreli durağanlık ve sürekli aynı güne uyanıp uyumak yaşantımızı büyük ölçüde sekteye uğratabilir. Her gün yürüdüğümüz koridorun cam duvarlarına çarpabilir, toplantılardaki en kritik noktaları kaçırabilir, verim ve motivasyonu en dipte bulabiliriz. Tüm bunlar yaşanırken başımızı suyun üzerinde tutmak oldukça zorlaşabilir; sorgulamayı ve düşünmeyi bırakıp tek düze yaşamda kendimizi düzene teslim edebiliriz.
İşte bu noktada gelinen durum; bizler birer robota mı dönüştük?
Yalnızca verilen komutlara uyan, sorgusuz sualsiz görevlerini yerine getiren ve ortama bazen gülücükler atması öğretilen sevimli bir robot. Tabii ki yaşamımızı sürdürmek için savaşmak ve para kazanmak zorundayız. Ancak şunu atlamamalıyız; istemediğimiz yerde, istemediğimiz işleri yaparak değil!
Bugünkü zihniyete bakıldığında birçok kişi “zaten yapılmışı varken neden yeni fikirler üretelim?” sorgusuna düşebilir. Çok da vasat olmayan birkaç dizi izleyelim, popüler oyunları takip edelim, belirli yazar ve düşünürlerin kitaplarını okuyalım, gündemde olan sanatçıların müziğini dinleyelim ve başımızı sallayalım. Zaten halihazırda kendi fikirlerini ortaya koyan bu kadar fazla insan varken, dünya genelinde kendi fikirlerimize ya da sanatsal ürünlerimize kimin neden ihtiyacı olsun ki? Şimdi bu söylediklerimizin üzerine biraz düşünelim. Eminiz ki birçoğumuz bu görüşe inanmıyor. Bu düşünceyi; ilham almak ve yaratıcı bir hale çevirebilmek için tarihte olmadığı kadar çok fazla yazı, müzik ve sanat örneklerine dijital ortamlar sayesinde ya da kendimizi geliştirebilmek için içerik ajanslarına erişimimizin olduğunu unutmamamız gerekir.
Kendimizi gerçekten robot gibi hissettiğimiz o anlarda büyük bir baskı hissedebiliriz. Üzerimizdeki görevlerden tamamen kaçınmamıza neden olan şeyin “baskı” olduğunu fark etmeliyiz. Kendi beklentilerimizin ağırlığı tam olarak bu noktalarda ilerlememizi durduran en büyük etken olabilir. Bu nedenle yaşam akışımızdaki gerekli olmayan beklentileri bir kenara koymak, öncelikli atılabilecek en doğru adımlardan biri olabilir. Yaratıcılık ve üretkenlik gibi hayat akışımızın odak noktasındaki bu iki etkeni su gibi görebiliriz. Bazı noktalarda okyanusu kontrol edemeyebiliriz ancak geleceği tahmin edebilir ya da dalgaları kullanmayı öğrenebiliriz. Sıradanlaşmak yerine fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarımızı tanımak ve tüm bu unsurlara doğru yanıtı verebilmek için bedenimizi dinlemeyi önceliklendirebiliriz.
Yaşadığımız tüm toplumsal, ekonomik ya da global krizlere rağmen bu mükemmel bir çözüm olarak görünmeyebilir. Ancak kişisel olarak baktığımızda sadece ilerinin var olduğunu öğrenmeliyiz. İster seçimlerimizle ya da ister zorla olsun, değişim bizler için kaçınılmazdır. Bu değişimi de kabul etme ve uyum sağlama gücü yine yalnız kişinin kendisinin verebileceği bir karardır. Sonuçta kendinizin uzmanı sizden başkası değil.
Sistem bizleri ne kadar zorlarsa zorlasın, kendimizi sürekli geliştirebiliriz. Hayat hiç bitmeyen bir eğitimdir. Kendimize özgür bir alan yaratabilir, en iyi hissettiğimiz çalışma yaşamı içerisinde çok daha mutlu olabilir ve yüksek sesle şunu haykırabiliriz “Ben robot değilim!”.
İsmail Onur Anayurt, 2020 Kasım ayından bu yana, Fevreka Reklam Ajansı’nda Yazar olarak çalışıyor.
Hayatın geçiciliğinin farkında olarak, yazdıklarıyla dünyaya iz bırakmayı ve fikirleriyle ölümsüz kalmayı amaçlıyor.